|
|
|
Zarifoğlu'nun zekâ çağlayanı onu hep masalın içine itmiştir. Serüvenden hoşlanması da bununla açıklanabilir. Adeta masalları gerçekleştirmek istemiştir hayatı boyunca. Evlenmeden önce de arkadaşlarına bol bol masallar anlattığı hatırlanırsa söylemek istediklerimi bir yere oturtabiliriz. Çocuklarına her gece masal anlattığını biliyoruz. Beş yıl süreyle bana da çok masal anlattı. Latife anlatmaktan da hoşlanırdı.
Mustafa Ruhi Şirin |
|
|
|
|
"Latifeden hoşlanırdı. Dertlerini ve üzüntülerini paylaşmak istediğini hatırlamıyorum. Ama mutluluklarını paylaşmak istediğine çok şahit olmuşumdur. Son hastalığında kendisini hastahanedeki ilk ziyaretimde benden ısrarla fıkra anlatmamı istemişti."
|
|
|
Benim o zaman çok kavgacı, atılgan durup duruken ona buna çatan, her gün kavga eden bir mizacım vardı. Her gün ya kafam yarılır, gözüm patlardı. Cahit de tam tersine sessiz, kavgadan kaçan bir mizaçtaydı. Buna rağmen, aramızdaki bir arkadaşlık, kaynaşma başladı. Ben Cahit'i pek kaale almazdım, kavgacı olmadığı için. Bir an ben güreş kulübüne devam etmeye başladım. Baktım Cahit de orda, içimden dedim ki, şuna bak sen kim, güreş kim. Emin diye bir antrenörümüz vardı. Bir gün Cahit'le beni kapıştırdı. Ben sırtımı bir anda yerde buldum. Şaşırdım falan, hırsımı alamadım. Dedim ki, bu olmadı, bir daha. Bir daha güreşelim dedim, hoca tatam dedi, olsun. Bizi bir daha kapıştırdı ve bir daldık, gene ben tuş vaziyetindeyim. Şaşırdım, Cahit müthiş güreş tutuyordu. Sonra dikkat ettim çok güzel oyunlar ve çok güzel teknikler biliyordu. Hatta kimsenin başedemediği, güçlü kuvvetli bir Halil'imiz vardı. Kendi aramızda bir müsabaka var, eşleştik Cahit'in payına o Halil düştü. Ben içimden diyorum ki, şimdi bu Halil, Cahit'i ezer. Bir kaç dakika içinde Cahit, Halil'i devirdi. Çok ince bir tekniği vardı, şiir gibi güreş tutardı.
Alaaddin Özdenören |
|
|
|
|
Cahit'in o dönemdeki meraklarından biraz bahsedeyim. Maraş güreş kulübüne kaydoldu, çok hızlı bir şeklide güreşle uğraştı. Daha sonra Türkiye şampiyonu olmuş bir çocuk vardı, Halil! Halil'i yenerdi. Sanırım, 47-48 kiloydu ama inatla devam etti ve epey bir mesafe katetmişti. Lise son sınıfta Cahit'de bir uçmak, pilot olmak tutkusu baş gösterdi. Cahit'in evine sık sık giderdik, müsaitti, evleri hatta bir odası sanki bize ayrılmıştı. Odanın bütün duvarlarında hep uçak resimleri asılmıştı. Kitaplarında; noktalarla, çizgiyle,böyle iki nokta bir çizgiyle uçak görünümleri, uçak resimleri çizerdi. Neticede ne yaptı yaptı, Türkkuşu'nun kapmına gitti. Bir yaz döneminde orda üç aya kurs gördü ve (C) brövesini aldı. Planörle uçtu, motorsuz uçak kullandı.
|
|
|
Açlık, sınıfta kalmak, istikbale ilişkin endişeler duymak gibi korkuları yoktu. Nitekim edebiyattan sınfta kaldığı sırada ben, edebiyat hocamız Mustafa Anatanır'a Cahit gibi bir adam nasıl sınıfta kalır, diye sordum. Dedi ki: "Ben ne yapabilirim? Giriyor sınava (sınavlar o zaman sözlüydü) sorduğum hiç bir soruya cevap vermiyor ve çıkıyor. Ben de bırakmak zorunda kalıyorum" Sonra Cahit de hocanın haklı olduğunu belirtmişti. Cahit'in bir diğer özelliği de kendi içine dönük ve kendi dünyasını yaşayan bir insan oluşuydu. Tartışmalara katılmazdı, konuşmazdı veya çok az konuşurdu. İndirgenemez bir yanı vardı Cahit'in. Sanırdınız ki, her şeye karşı ilgisiz bir tavır içinde. Fakat sonradan yazdıklarında görüyorduk ki, her şeyi dikkatle incelemiş, özümlemiş.
Alaaddin Özdenören |
|
|
|
|
Cahit saf bir sanatkâr hüviyetindeydi: Kendine ait dünyasında tutkuyla bağlandığı çok şeyler vardı. Bir kere aşksız yaşayamazdı. Aşk derken yalnız kadına duyulan aşkı kastetmiyorum. Tutku.
Özellikle bazı arkadaşlarına karşı tutkusu, ailesine tutkusu. Sonra, ta.. lise ikiden, lise birden beri hiç bir zaman aşksız kalmamıştır. Bazan sevdiği kız belki bundan hiç haberdar bile değildi, ama o severdi. Çok zaman biz de bundan heberdar olmamışızdır, ama sonra ortaya çıkmıştır. O tutku, bir nevi kendinin çözümlemesinde, şiirin ortaya çıkmasında, dünyaya bakışında bir anahtar rolünü oynuyordu. Yani o bir istinat noktası oluyordu. Hayatının hiç bir döneminde o tutkudan uzak kalmadı. Devamlı olmasa bile üretmiştir. Hani demin Alaaddin işaret etti, İstanbul'a fakülteye ilk geldiğinde, listedeki ilk kızla tanışacağım demiş ve tanışmıştı.
Erdem Beyazıt
|
|
|
Zarifoğlu çocukluğunda ailesiyle beraber Maraş'a ilk yerleştikleri zaman hiçbir akrabasını tanımıyormuş. O yüzden ağabeyi rahmetli Sait Zarifoğlu ile beraber oturup telefon rehberinde ne kadar Zarifoğu soyadlı insan varsa aramışlar. Bunlardan birisi de benim rahmetli dedem Ömer Zarifoğlu. Dedem bakırcılıkla ugraşıyor o zamanlar. Bakırcılar ÇarşısıÕnda dükkanı var. Telefonda iki küçük çocuk, "biz sizin akrabanızmışız, sizle tanışmak istiyoruz" deyince hoşuna gidiyor. Davet ediyor onları dükkanına. O vakitten sonra sık sık dedemin dükkanına gelip gitmişler.
Nakleden: Emrah Zarifoglu |
|
|
|
|
Bir anekdot da lisedeki edebiyat hocamdan. İsmi Ejder Dal. Maraş'ın Elbistan ilçesinden. Gençliğinde rahmetlinin yanına ziyarete giderlermiş. Hem Maraşlı olmaları, hem de muhafazakar kanatta bulunmaları dolayısıyla ilgileri varmış. Bir gün İstanbul'da Taksim'de dolaşırlarken -yanlış hatirlamiyor idiysem ikindi ezanı okunmus ve rahmetli her zaman koltuğunun altında taşıdığı çantasından seccadesini çıkarmış ve olduğu yere serip etrafındakilere aldırmadan namazını kılıp yoluna devam etmiş. Bu olay beni çok etkilemişti. Her zaman bu rahatlığa ve özgüvene sahip olabilmek istedim.
Nakleden: Emrah Zarifoglu
|
|
|
|